dönemini yaşamaktaydı. Endülüs’teki ilmî çalışmalar sonraki dönemde Avrupa’da gerçekleşecek olan Rönesans ve Reform hareketlerinin altyapısını hazırlamaktaydı. Endülüs ve Mağrib âlimlerinin bazıları Türklerin kılıçlarıyla doğudan batıya doğru yaptığını, coğrafyanın tersinden batıdan doğuya doğru kalemleriyle gerçekleştirmekteydiler. Başta Muhyiddin Arabî ve Afifüddin Tilimsanî olmak üzere bunlardan bazıları Anadolu’ya geldiler ve Anadolu Türk İslam medeniyetinin gelişimine önemli katkılarda bulundular. XII. ve XIII. asırlar Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için en kritik dönemler olmuştur. Bu süreci anlayabilmek için dönemin tasavvuf anlayışını bütün boyutlarıyla anlamak gerekir. Bu süreçte en önemli olaylardan birisi Endülüs’ten yola çıkan Muhyiddin Arabî’nin (ö. 1240) uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra önce Mısır’a ardından kutsal topraklar üzerinden Suriye ve Anadolu’ya gelerek tasavvufî anlayışını bütün bu bölgelere yaymasıdır. Burada onun Endülüs’ün Müslümanların elinden çıkacağını anlayarak, Anadolu’da yerleşmeye çalışan Türklerde gördüğü vatan duygusunu hikmetle yoğuran derin anlayışının büyük tesiri olduğunu düşünmekteyiz. Muhyiddin Arabî, kendisini Hatemül Evliya olarak görmüş ve görev alanını Avrupa’dan Afrika’ya oradan da Asya’ya taşımıştır. Tarih onun ileri görüşlülüğünü ispat etmiş, onun terk edip doğuya yöneldiği Endülüs kendisinin ayrılmasından kısa bir süre sonra Hıristiyan reconquista’sı tarafından parça parça yutulmuştur. Muhyiddin Arabî gibi bir kişiliğin bu durumu derinden hissedip üzülmemesi mümkün değildir. Yaşadığı dönemde bir taraftan Endülüs’e diğer taraftan Anadolu üzerinden Kudüs’e yönelen Haçlı seferleri ve doğudan gelen Moğolları görerek buna karşı kendi açısından bir set çekmek istemiştir. Geliştirdiği Vahdet-i Vücud düşüncesi ile tasavvufu pasif boyuttan aktif boyuta taşımıştır. Kadim medeniyet alanları olan Irak ve Horasan’da insanları tembelliğe iten tasavvufun Anadolu’da mutasavvıfları cihada yönlendirmesinin sırrını Muhyiddin Arabî’nin bu aşısında aramak daha doğru olur. Endülüs’te yöneticilerle arasına derin bir mesafe koyarak onların hediyelerini bile kabul etmeyen Muhyiddin Arabî’nin şarka geldiği zaman bütün yöneticilerle yakın temas kurması arasındaki bu farklılaşmayı, bu beka ve tecrübe farklılığında aramak gerekir diye düşünmekteyiz. Endülüs’teki bu acı devlet tecrübesi onu bu değişime götürmüştür.
During XII and XIII century when Anatolia started to become a Turkish land, Endulus Islam Civilization was about its big time. The scientific studies had been made in Andalucía were laying the ground work of upcoming Renaissance and Reform movements. Some of the Andalucía and Magrip Scholars managed to achieve from West towards to East what Turkish conquerors had made from East to West. Pre-eminent of those who contributed that process were Muhyiddin Arabî and Afifüddin Tilimsanî and they came to Anatolia and made a great contribution to Turkization and Islamization of Anatolia. XII and XIII centuries were the critical periods in Turkization and Islamization of Anatolia. In order to understand that period correctly one should fully understand the Sufism of the era. One of the most important events of that time was Muhyiddin Arabî’s (ö. 1240) long and tiring expedition from Andalucía firstly to Egypt then to the Holy Lands following Anatolia over Syria consequently spreading his Sufism to this region. It can be assumed that there was great effect of his foreseeing that Andalucía would be lost by Muslims and he confounded wisdom with Turks’ sense of homeland. Muhyiddin Arabî was regarded himself as the last sufi saints and he carried his area from Europe to Africa and finally to Asia. The history showed how prophetic he was when Andalucía, where he had left to rout towards Anatolia, was conquered gradually by Christian reconquista. It was not possible for a person like Muhyiddin Arabî to feel sorry after understanding that situation. He wanted to set a barrier according to himself against the crusader attacks both towards Andalucía and from over Anatolia to Kudus and towards the attacks by Mongolians coming from the east. He carried Sufism from passive to active extent with the help of his ideology of Unity of Existence. It is wiser to look for why Sufism that led people to laziness in the ancient lands such as Iraq and Horoshan whereas it directed Sufism followers to jihad in Anatolia. It can be assumed that it was a result of in difference of his experience which brought him closer to the administrative in Anatolia while he had tried to stay away from the rulers in Andalucía. His that sorrowful experience of government led him such a change.